Muhacir ya da Fatih Olmak


Hicretin üzerinden altı sene geçmişti. İslam Yesrib'i Medine'ye çevirmişti. Yesrib Medine-i Münevvere olmuştu. Lakin Allah Rasulü ve ashabı Kabe'den uzaklardı. Kabe gözlerinde tütüyordu adeta. İşte bu hasreti bitirmek üzere Rasulullah(sav) beraberindeki 1400 kadar sahabesi ile birlikte Miladi 628 senesinde Kabe'yi ziyaret maksadıyla Medine-i Münevvere'den silahsız vaziyette yola çıktılar. Ne var ki Mekke'ye 20 kilometre kadar mesafede, Hudeybiye'de durdurularak Mekke'ye girmelerine izin verilmedi. 

Düşünebiliyor musunuz. O çöl şartlarında 450 km. mesafeyi katederek gelmişsiniz, gözünüzde tüten Kabe'yi ziyaretinize az bir mesafe kalmışken engelleniyorsunuz.Engellendiğiniz mekanlar öz vatanınız, doğup büyüdüğünüz yerler. Engelleyenler de çoğu akrabalarınız. Ve en önemlisi de yeryüzünün ilk mabedini (Âl-i İmran 3/96) ziyaretiniz engelleniyor. Çok kahrınıza gidecek bir durum değil mi.

İşte ashab-ı kirama da aynen öyle geldi bu durum. Moraller bozuk, herkes şaşkın. Mekke'nin hakimi müşrikler. Mekke'ye gönderilen elçiler de ziyaret için fayda etmedi. Sonunda tarihe Hudeybiye Musalahası diye geçen antlaşma imzalandı. Görünürde müslümanların aleyhineydi bu antlaşma. Hatta Hz. Ömer'i çileden çıkarmıştı. 

Antlaşma imzalanmış, antlaşma gereği müslümanlar Medine'ye  geri dönecekler ve Kabe'yi ertesi sene ziyaret edeceklerdi. Allah Rasulü(sav) ashabına hadi kurbanlarınızı kesip tıraşınızı olun diye emir buyurdu. Ancak kimse oralı olmadı. Rasûlüllah son derece üzgün vaziyette çadırına girdi. O sırada çadırda buluna eşi Ümmü Seleme  annemize durumu anlattı. 

İşte tam burada önemli bir hadise cereyan etti. Müstesna zeka ve fazilet sahibi Ümmü Seleme annemiz, Ey Allah'ın Rasulü neden moralinizi bozuyorsunuz. Siz çıkıp kurbanınızı kesin göreceksiniz insanlar sizi görünce kurbanlarını kesecekler dedi. Müthiş bir fikirdi bu. Düşünebiliyor musunuz. Bir kadın, hem de o devrin şartlarında kocasına akıl veriyor ve kocası da tamam diyerek uyguluyor. Hanımının fikrini makul bulup uygulayan da bir peygamber. Burada bize önemli mesajlar olsa gerek.

Hudeybiye'de yaklaşık 20 gün kadar kalan Allah Rasulü ve ashabı üzgün üzgün Medine'ye döndüler. İşte dönüş yolunda Fetih Suresi indi. Biz sana apaçık bir fetih verdik diye başlıyordu bu sure. Ortada fetih falan yokken, Hudeybiye Antlaşması gibi zahiren bir hezimet ortadayken ve Mekke'nin Fethine daha iki sene varken inen ayetler fethi müjdeliyordu. Daha sonra anlaşılacak ki hakikaten Hudeybiye gerçek bir fetih olmuş, yürek fethi olmuştu. Hudeybiye'den sonraki ilk altı ayda müslüman olanların sayısı Efendimizin vahiy ile buluşmasından(Miladi 610) Hudeybiye'ye kadar geçen yaklaşık 19 sene içinde müslüman olanların sayısına eşitti. İşte asıl fetih budur. Asıl fetih gönüllerin islama açılmasıdır. Müslümanlar bu sulh dönemini iyi değerlendirdiler, bu dönemde islam geniş kitlelere ulaştı.

Diğer taraftan son derece olumsuz gibi görünen Hudeybiye dönüşünde Fetih suresinin inmesiyle müslümanlara aslında Mekke'nin fethi de müjdeleniyordu. Nitekim on senelik geçerliliği olacak Hudeybiye antlaşması daha iki sene dolmadan Mekke'nin Fethi ile neticelendi.

ÖZETLE: Hicret ve fetih islamın iki önemli kavramı. Hicret denilince Allah Rasulü'nün Mekke'den Medine'ye göçü, fetih denilince de Mekke'nin müslümanlarca ele geçirilmesi anlaşılıyor. Lakin Efendimiz özellikle hicrete/muhacire bambaşka bir tarif getiriyor. 

Şöyle buyuruyor: Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir (Buhari,İman,4-5) Demek ki asıl hicret günahlardan uzaklaşmaktır, günahı terk etmektir. Asıl fetih de Hudeybiye örneğinde olduğu gibi gönülleri islama açmaktır. İmansız gönülleri islam ile buluşturmaktır. İşte bugün günah işleme kapılarının ardına kadar açık olduğu günümüzde sırf Allah'tan korktuğu için günahlardan uzaklaşan kişi muhacirdir. Yine islamsızlıktan çoraklaşmış gönülleri islamla yeşerten kişi de hakiki fatihtir


Okunma Sayısı: 629