Alın teri, emek, üretim deyince akla gelen önemli zanaatkârlarımızdan birisidir Eyüp'ün İbrahim Yazıcı. 1934'te Dandı'da dünyaya geldi. Babası Eyüp, annesi Halime idi. İkiz olarak doğmuş, ikizi olan Ali ondan bir saat önce dünyaya gelmiş. O zamanın şartlarında hastane ortamında doğum gerçekleşmediğinden ikisi aynı anda alınamamış anne rahminden. Ali hiç evlenmediğinden ayama olarak Bekâr Ali adı verilmiş kendine. Anneleri Halime doğumdan iki gün sonra hayata veda etmiş. Baba Eyüp eşini kaybetmekten derin müteessir olmuş. Ama nihayetinde hayatın devam ediyor olması, iki minik evladı ve daha yolun başında olması hasebiyle bir süre sonra Kuzan'dan Emine diye bir kadınla hayatını birleştirmek durumunda kalmış.
Küçük çocuklar büyüyüp askerlik çağına gelmişler. İbrahim vatani görevini sıhhiyeci olarak yapmış. Sıhhiye olunca iğne yapmayı da bir güzel öğrenmiş. Askerlik dönüşü köyde ve çevrede hastaların iğnelerini o vurur olmuş ve karşılığında hiçbir ücret talep etmemiş. Belki iğne vurmak için bir iki saat yol yürüdüğü bile olmuş. Öyle ki Çöcen, Kıyıköy, Kovancak ve hatta İslam'a kadar bile gittiği olmuş. Plastik şırıngaların olmadığı sıralarda o cam şırınga ile iğnesini yapıyordu. İğne vurmadan önce ve sonrasında tabakadan çıkardığı iğneyi sıcak suda bir güzel yıkarmış enfeksiyon ve bulaşıcılığa karşı.
Molla Osmanoğlu Ali Şağban'ın kızı Safinaz ile evlenmiş ve evliliğinden üç erkek iki kız olmak üzere beş çocukları dünyaya gelmiş. Askerlik sonrası babası bir zanaat sahibi olması için onu bir süreliğine Ordu taraflarına yollamış. Orada demircilik ve kaynak üzerine bir süre usta yanında çırak olarak çalışmış. Dönüşte bugünkü Çukurköy'de evlerinin olduğu yere dükkân açmış. Körüğünü kurmuş ve başlamış ateşi harlayıp demiri işlemeye. Ve yaklaşık 50 yıldan fazla koca bir ömrü adamış bu mesleğe. Hammaddeyi genelde Beşikdüzü'nden alıyormuş hurdacılar çarşısından. Birinde Trabzon'dan aldığı malları getirmek için yol kenarında bir kamyon durdurmuş. Demir parçalarını kamyona koyup Tirebolu'ya kadar gelmiş. Tirebolu'da kamyondan inerken şoföre para uzatmış. Fakat şoför onun vaziyet-i halini görünce onu fakir görüp para almak istememiş belki de bir iyi niyet nişanesi olarak. Ancak İbrahim Usta ona: sen benim üzerime başıma bakma. Ben seni kamyonunla beraber satın alırım diye söyleyerek teşekkür edip parayı ödemiş.
Harşit'te de araba makas artıklarından malzeme temin ettiği olmuş. Demirin ham mı has mı olduğunu çok iyi anladığından hammaddeyi alırken düzgün olanından seçip temin etmeye azami dikkat gösterirmiş. Öyle ya hammaddesi güzel olana bir de usta eli değdi mi müthiş bir mamul madde elde edilmesi kaçınılmazdır. Kardeşi Abuzer de öğrenmiş demir ustalığını ve hemen yanına o da dükkân açmış. Ancak o 5-6 sene çalışıp bırakmış. Anlatılanlara göre, Yelecük'te kömür yakarken ağaçların sallandığını, büyük bir yılanın tebelleş olduğunu görünce bunlardan korkarak vazgeçmiş. Sonra yurt dışına Libya'ya çalışmaya gitmiş.
İbrahim Usta, kısa süre sonra gerek el becerisi, gerekse hamaratlara verdiği su ve çelikleme ile etrafta adından söz ettirmeye başlamış. Esasında hamarat, herhangi bir konu ya da iş üzerinde becerikli ya da çalışkan kişiler olarak bilinmektedir. Ancak bu yörede demirden üretilen bazı malzemeler de hamarat olarak adlandırılmaktadır. Yakayol, Kendilik, Yelecük, Kuşkaya gibi birçok yerde ardıç ve kestane ağaçlarını yakarak kaliteli kömür elde etmiş ve bu kömürleri demiri işlemek için körükte kullanmış. Günde bir çuval kömürü harcayabiliyordu. Haftanın dört günü dükkânda olur, iki gün kömür yapar, bir gün yani Pazar günü ise satışa ayırırdı. Yaptığı malları birkaç çuval içerisinde kendisi ve çocuklarının sırtında yürüyerek Harşit'e kadar götürür, açtığı tezgâhta satardı. Belki çok bir para kazanmazdı ama evinin geçimini temin ederdi. Ancak yaptığı mallar erkenden satılırdı. Girebi, balta, nacak en çok yaptığı ürünlerdi. Suyu tuttuğu için çok tercih ediliyordu. O, hamaratın tipine değil gücüne önem veriyordu. Ona göre kaliteli malın satışında herhangi bir problem olmazdı. Hamaratı yaptıktan sonra kapıdaki küründe bulunan suya tutar daha sonra dükkânın içinde demir parçalarından oluşan toz yığıntıları içinde kurumasını beklerdi. Bunların dışında kazma, saç ayağı, gelberi, çatal, eşün, orak, kirintü, ayı tuzağı gibi malzemeler de yapıyordu.
Esasında kumral bir yapıda olması gereken İbrahim -ki diğer kardeşleri ve ikizi kumraldı- demirci dükkânında ateşin karşısında yıl bir on iki ay çalışa çalışa iyice esmerleşmişti. Hatta çoğu kez kömürün zifti yüzündeki ter ile yoğrulunca iyice kararmaya başlıyordu ve bu nedenle ayama olarak ona İsli İbrahim denilmişti. Ateşi harlamak için körük çekmek gerekiyordu. Çocukları ve eşi bu konuda ona yardımcı oluyorlardı. Ufak tefek işlerde bir kolu ile körüğü harlar, diğer kolu ile hamaratını yapardı. Kömür ateşi iyice alevlenince alevi dengelemek için şimşirden oluşturduğu küçük çalı süpürge ile suyu daldırıp ateşin üzerine dökerek ateşi normal seviyede tutardı. Demir döverken bir köşede kendisi diğer köşede ya eşi ya da çocuklarından biri olur, kaldırıp indirirlerdi çekici. Sonra bir eee sesi ile dururlardı. Örsten çıkan ses bütün köyü kaplıyor ve musiki gibi etrafa yayılıyordu. Bu ses etrafı rahatsız etmezdi. Nasıl ki insan dere sesine alışıyor onun örsünün sesine de alışmıştı mahalle halkı.
Zaman zaman Harşit'te diğer demirci ustaları Cemaloğlu Recep Dede ve Muharrem Sarı Ustalarla da görüşüyordu. Belki de mesleğin inceliklerinden konuşuyorlardı.
Aynı zamanda kaynakçı idi İbrahim Usta. Ağır mı ağır bir kaynak makinesi vardı. Onu taşıyıp başka yerlerde iş yapması mümkün gözükmüyordu ama dükkânında bütün kaynak işlerinde kullanırdı. Trabzon'dan çinko alıp bir süre çinko da satmış Harşit'lerde. Kardeşi Bekâr Ali ise evlenmediğinden onunla beraber aynı evde yaşamışlar. Bekâr Ali ömrünü hayvancılığa adamış, yılın 6-7 ayını Kekre'de geçiriyor, diğer zaman dilimlerinde de köyde koyunlarını otlatıyordu. Zaman zaman kardeşine de yardım etmiş İbrahim Usta. Sırtında taşıdığı alafları koyunlara yedirmek için zahmet çekmiş. Zaten ağır işi ve yükü olan İbrahim bir de hayvanların yeminin teminine yardımcı olunca yorgunluğu bir nebze daha artırıyordu.
Mahallenin ilk radyosunu o almıştı evine. Philips radyosunda insanlar ajanların haberlerini dinler, yurttan sesler korusunu, Türk halk müziği ve solo şarkıları dinlerlerdi. Zamanla bu radyo sayesinde İbrahim Usta'nın evi adeta bir toplanma merkezi olmuştu. Muhabbet koyu olur, söz sözü açar, birkaç demlik çay indirilirdi mideye. Ama o bedeninin yorgunluğuna dayanamaz, sobanın etrafında uyuklamaya başlardı. İşten güçten artıp da uykuya yeterince zaman ayıramaması belki de işin en zor yönüydü.
Kömür yapmanın çok zahmetli bir iş olduğu ve haftada en az iki gününü aldığı için son zamanlarında taşkömürü kullanma yoluna gitmişti İbrahim Usta. Her ne kadar ateşin dumanı borularla dışarı verilse de devamlı kapalı ortamda kaldığı için akciğeri zarar görmüştü. Ölümünden bir ay öncesine kadar devam ettirmiş mesleğini. 2006 Nisan ayının 23'ünde Giresun Göğüs Hastalıkları hastanesinde akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat etmişti o gün çocuklar bayram ederken. Belen başında Şıhman mezarlığına bırakmışlar na'şını. Ali Şıhlara ait yerler olduğu için almış bu mezarlık adını. Ve bir zanaatkâr göçmüş bu dünyadan. Bir daha da örs sesi çıkmamış oralardan. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
Okunma Sayısı: 742